Yazarımız Alptekin Cevherli ile yakında planlayacağımız Balkan turu için siz sevgili okuyucularımıza sıra dışı bir yazı dizisi hazırladık. Tarihin derinliklerinden bu güne gelen Balkan coğrafyasını sizler için yazdı…
Osmanlı Yadigârı Rumeli...
Alptekin Cevherli / Balkanlar Yazı dizisi 1
Evlâd-ı Fatihan diyerek konuşmalarımızda sık sık dile getirdiğimiz, 500 küsûr yıllık vatan Balkan Yarımadası hakkında bildiklerimiz, bilmediklerimiz ve yanlış bildiklerimizi de göreceğimiz muhteşem fotoğraflarla bezeli yazı dizimize başlıyoruz...
Osmanlı Devleti’nin ‘Rumeli’ dediği bu ata topraklarında bugün hâlâ yaşayan Türkleri, ayakta kalan ecdat yadigârı eserleri sizlerle birlikte keşfedeceğimiz bu yazı dizisinde Balkanların turizm potansiyelini de hep birlikte göreceğiz.
Birinci Balkan Savaşı’nda elden çıkan Rumeli’nin kadim vilayetleri Makedonya ve Kosova’dan başlayacağımız gezimize ileriki tarihlerde Bosna-Hersek, Romanya ve Bulgaristan’ı da ilave edeceğiz…
Yolculuk hazırlıklarımız sürerken içimde de farklı duyguların depreşmesi, hüznün ve sevincin bir arada benliğimi sarmasının beni çok etkilediğini de sizlere ifade etmem gerekir...
Makedonya aynı zamanda ata topraklarımın bir kısmını oluşturduğu için elbette benim için anlamı çok daha büyük...
İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan kalkan uçağımız rahat bir yolculuğun ardından Makedonya’nın başkenti Üsküp’teki Uluslararası Üsküp Havalimanı’na indi. Yolculuk süresi 45-50 dakika kadar sürdü.
Üsküp Havalimanı oldukça düzenli ve temizliğiyle dikkat çekiyor. Havalimanı’ndaki personelin çok önemli bir bölümünün Türkçe biliyor olması işlemlerimizin çok daha hızlı olmasını sağlıyor. Aracımızı kiralıyor, valizlermizi yüklüyoruz ve sonra, ver elini Üsküp...
Üsküp merkez ile Havalimanı’nın arası yaklaşık 15-20 dakika mesafede.
Yahya Kemal Beyatlı’nın memleketi
Üsküp deyince Yahya Kemal Beyatlı’dan bahsetmemek olmaz. Usta şair Yahya Kemal aruz ile Türkçe şiir yazan son şair olarak bilinmesinin yanı sıra doğduğu memleketi için yazdığı ‘Kaybolan Şehir’ adlı şiiri ile de ünlüdür.
Üsküp’e otelimize vardığımızda aracımızı park ederken dudaklarımızdan onun muhteşem şiirinin dökülmesine de engel olamadık:
Kaybolan Şehir
Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyârıdır,
Evlad-ı Fatihân’a onun yâdigârıdır.
Firûze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o;
Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyla biz’di o.
Üsküp ki Şar Dağ’ında devâmıydı Bursa’nın.
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.
Üç şanlı harbin arş’a asılmış silâhları
Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları.
Ben girmeden hayâtı şafaklandıran çağa,
Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa.
İs’a Bey’in fetihte açılmış mezarlığı
Hulyâma âhiret gibi nakşetti varlığı.
Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin
Üsküp bizim değil? Bunu duydum, için için.
Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir!
Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!
Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.
Evet, Osmanlı’nın Rumeli’deki bu önemli kentinde gezmeye adım attığımız şu anlarda “hâlâ bizde mi?” diye de keşfetmeye başladık...
Rumeli Mi, Balkanlar mı?
Evet bir parantez açıp yazı dizimizin burasında Rumeli ve Balkan kelimelerinin ve hatta Makedonya ifadesinin açıklanması gerektiği kanaatindeyim.
Makedonya aslan aynen Anadolu gibi coğrafi bir bölgeyi işaret eder. Bugünkü bağımsız Kuzey Makdeonya’dan çok daha büyük bir coğrafyadır aslında Makedonya. Makedonya bölgesi, kuzeyde Karadağ ve Şar Dağları; doğuda Rila ve Rodop Dağları; güneyde Selanik, Olimpos Dağı ve Pindus Dağları boyunca Ege kıyısı; ve batıda Ohrive Prespa Gölü ile çevrilidir. Bölgenin toplam yüzölçümü 67.000 km²’dir. Bölgenin nüfusu ise 5 milyon civarında belirtilmektedir.
Balkanlar ise Avrupa kıtasının güneydoğu kesiminde, İtalya Yarımadası'nın doğusu, Anadolu'nun batısı ve kuzeybatısında yer alan coğrafi ve kültürel bölgedir. Bölge, sarsıntılı ve hareketli bir tarihe sahiptir. Coğrafi konumu gereği birçok açıdan ikiliğin bulunduğu bir yer olmuştur. Tarihte Latin dünyası ile Grek dünyası arasında ve Türkler ile Slavlar arası ve ardından da ikiye ayrılan Roma kültüründe Katoliklik ile Ortodoksluk arasında paylaşılmıştır. Bu devirden sonra bölgeye gelen Müslümanlık da, Balkanlar’daki çok renkliliği şekillendirmiştir. Tarih boyunca Avrupa'nın hiçbir bölgesi Balkanlar kadar saldırı, istila ve işgale uğramamıştır. Bölgenin adı tarih boyunca Balkanlarolarak Türkçe bir isimle bilinmiştir. Bu isim de Balkan sıra dağlarından gelir. Avrupa’daki bir diğer Türkçe isimli sıra dağlar ise İsviçre’deki Alp Dağlarıdır. Her ikisinin de adı, antik çağlarda bölgeye gelen Türk boylarından kalmadır.
Rumeli ise (Osmanlı Türkçesi: مور ىلیا Rum-İli, Bulgarca: Румелия, Yunanca: Ρούμελη, Roúmeli), Osmanlı İmparatorluğu döneminde 15. yüzyıldan itibaren Balkanlar’ın güneyine verilen addır. Aslı Rum İli (Rumların yeri) olan coğrafik terim zamanla Rum Eli olarak dile otursa da 19’uncu asra kadar evrakta Rum İli olarak yazımı devam etmiştir.
Rumeli, sözündeki "Rum" kelimesi "Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içinde olan toprak, halklar" (Romalılar) anlamıyla kelimenin yapısına katılmıştır. Osmanlı Türkleri, Avrupa’ya ayak bastıktan
sonra, burada fethettikleri yerlere Roma İmparatorluğu’ndan alınan yerler anlamında Rumeli adını verdiler. Hâlbuki bu isim evvelce bugünkü Anadolu için kullanılmış, hatta Mevlâna’ya bu nedenle Anadolu’da yaşadığı için Mevlâna Celâledi-i Rûmîdenilmiştir.
Avrupa Türkiye’si Balkanlar
Yeni çağlardan itibaren, Avrupa harita ve kitaplarında bu yarımadaya doğru bir şekilde “Turquie d'Europe” (Avrupa Türkiyesi) denildiği görülür.
Oysa Türkçe neşriyatta, bu adlara muadil olmak üzere ve yanlış bir şekilde, “Avrupa-i Osmânî” ve “Rumeli-i Şâhâne” tabirleri kullanılmıştır. Halbuki 11. ve 12. yüzyıllarda, Bizans egemenliği altındaki Anadolu toprakları Diyar-ı Rum (Roma ülkesi, Rum ülkesi), Anadolu’da egemen olan Selçuklu Hanedanı’na da Rum (Roma) Selçukluları (Anadolu Selçukluları) denmiş.
Rumeli bölgesinin sınırları Kuzey Bulgaristan, Batı Arnavutluk ve Mora Yarımadası tarafındaki Güney Arnavutluk’u, veya diğer bir ifadeyle içerisinde İstanbul ve Selanik, Trakya ve Makedonya’nın dâhil olduğu bölgeleri ifade eder. Dolaysıyla aslında Osmanlı Devleti Romalılar’dan fethedilen topraklar anlamında Rumeli derken ve idari olarak da burayı Rumeli Beylerbeyliği ile idare eder. Zamanla bu ifadenin aynen Anadolu’da olduğu gibi dünyada genel kabul görmüş olan Türkçe kökenli ‘Balkanlar’a dönüşmesi uygun olurmuş kanaatimce.
Neyse çok fazla tarih bilgisine ve dil bilimine girmeden biz gezi yazımızda devam edelim...
Makedonya’yı biraz tanıyalım
Resmi adıyla Kuzey Makedonya Cumhuriyeti 1989 sonrası komünist sistemin çöküşü ve Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ardından Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’nin de parçalanmasıyla 8 Eylül 1991’de bağımsızlığını ilan etmiş ve ilk tanıyan ülke de Türkiye olmuş.
Makedonya nüfusu 2 milyon kişi. Bunun bir milyonu başkent Üsküp’te yaşıyor. Kişi başına düşen millî gelir 17.663 ABD Doları. Yani bizimkinin neredeyse iki katına yakın. Nüfusun resmi rakamlara göre % 58,4’ü Makedon, % 24,3’ü Arnavut ve % 4’ü Türk, gerisi de diğer milletler. Fakat gezimiz içerisinde sanırım değineceğim. Bu tam da böyle değil aslında. Şöyle ki ülke nüfusunun % 54’ü Ortodoks Hristiyan ve geri kalanı da Müslüman. Bunu ileride size izah etmeye çalışayım. Çünkü Türk nüfus aslında % 4’ten fazla. Bunu geldiğinizde siz de hayretle göreceksiniz.
Üsküp, Avrupa Birliği fonları ve Rus oligarkların desteği ile Türk kimliğinden uzaklaştırılmak için bağımsızlık sonrası çok yoğun gayret gösterilmiş bir kent. Buradaki Türklerin anlattığına göre.
Kentin ortasına yani şehre hayat veren Vardar Nehri’nin kıyısına devasa heykeller yapılmış. Bu heykellerden en büyükleri şaha kalkmış bir at üstündeki Büyük İskender ve babası Kral Filipe ait. Bir de Çar Duşan’ın büyük bir heykeli var ki köşede dedemin anlattıklarıyla tarihi belgeleri birleştirip size Çar Duşanı da bir ara anlatmak isterim...
Diğer heykeller ise ağırlıklı olarak Osmanlı Devleti’ne isyan eden komitacı Makedon ve Bulgar çete reislerine ait. Ellerinde tüfek ve kılıç ile hâlâ Osmanlı’ya meydan okumaya çalışıyorlar...
Bu heykel mevzuu Üsküp’ü ortadan bölen Vardar nehrinin bugün Makedon tarafı olarak söylenen ancak geçmişte hiçte öyle olmayan kısmında epey abartılmış durumda. Ancak şunu da söylemem lazım ki, biz bile o heykellerin önünde fotoğraf çekilmeden edemedik. Çünkü gerçekten de gerek gece gerçekleştirilen ses ve ışık gösterileri ve gerekse de zeminden fıskiyeler yardımıyla dans eden renkli su gösterilerinin dayanılmaz bir cazibesi olduğunu da kabul etmek lazım.
Heykeller eski hükûmet zamanında Türk tarafı olarak nitelendirilen yakaya da hızla yayılmaya başlamış. Ancak Türk Hareket Partisi’nin de koalisyon ortağı olduğu yeni hükûmet bu işgali durdurmuş. İyi ki de durdurmuş çünkü o eski Osmanlı Türk dokusu ciddi zarar görmeye başlamış. Mesela Vardar’ın ortasındaki Sultan Murat Köprüsü (Kimi kaynaklarda Fatih Köprüsü) olarak da bilinen Tarihi Taş Köprü’nün hemen dibine Makedonları ve Bulgar Türkleri’ni Hristiyanlaştıran ve Kiril alfabesini de icat eden iki papaz, Methodist ve Kiril’in dev heykellerini dikmişler. Bu heykellerden sonra Türk Çarşısı olarak bilinen Türk eserleri başlıyor artık...
Bir de Yugoslavya devrinde yıkılan Taş Köprü’nün başındaki Burmalı Cami var ki. O tam bir üzüntü kaynağı.
Tarihi taş köprü
Üsküp’ün simge yapısı olan Taş Köprü şehir merkezinde bulunan en önemli Türk eseri. Üsküp’ün simgelerinin en başında yer alıyor. Bazı kaynaklarda Fatih Köprüsü veya Fatih Sultan Mehmet Köprüsü olarak isimlendirilmekle beraber eskiler, Sultan Murat Köprüsü olarak adlandırıyorlar.
Köprü taştan oluşan bloklardan ve 12 adet yarım yay kemere bağlanan sabit, katı sütunlardan oluşur. Yapı, 220 metre uzunluğa ve 6 metre genişliğe sahiptir. Köprünün ortasında bulunan kitabe bölümü yeniden yapılmıştır.
1451-1469 yıllarında 2. Mehmed’in (Fatih) himayesi ve kontrolü altında yapıldığı yazar. Köprüden, Alaca Cami vakıfnamesinde sözü edilir ki bu camiye Kalkandelen’de gideceğiz.
Kimi kaynaklara göre ise köprünün Mimar Sinan tarafından yapıldığı belirtilmekte. 13 kemer gözü yani 12 kemeri bulunan köprünün kemer açıklıkları ise merkeze doğru genişlemekte ve yükselmekte. Köprünün toplam uzunluğu 220 metredir. Kemer açıklıkları açısından en küçük açıklık 4,05 metre en büyük açıklık ise 13,48 metre.
Köprünün eski bir Roma köprüsü üzerine yapıldığı da iddia edildiğine göre muhtemelen 2. Mehmet’in babası Sultan Murat zamanında ilk köprü yapılmış ve ardından Fatih Sultan Mehmet devrinde bu köprü yeniden inşa edilmiş olabilir bu da farklı isimleri olmasını açıklar sanırım..
Çete Reisi Karpoş’un heykeli
Köprü’nün bir kıyısında Makedon kahramanı olarak gösterilen Karpoş’un heykeli ve plaketi yer alıyor. Karpoş bildiğiniz gibi Ekim1689’da Kutsal Roma-Germen Haçlı Ordusu’na destek için Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanan bir çete reisi olup, yakalanınca Taş Köprü yakınlarında idam edilmiş.
Kuzey Makedonya'nın başkenti Üsküp şehrini oluşturan 10 belediyeden biri olan Karpoš Belediyesi’ne de bu çete reisine ithafen, bu isim verilmiş. Hatta 2. Dünya Savaşı sırasında Yugoslav Komünisti ve Makedon Partizanı olan Hristijan Todorovski Karpoš, takma adını da bu Karpoş'tan almış.
Üsküp'teki Taş Köprü'nün karşısındaki Karpoş Meydanı da ismini isyancı lider Karpoş'un bu meydanda idam edilmesinden almış. İnfazı anmak için meydanın yakınındaki bir noktaya bir anıt plaketi yapmışlar. Hatta Güney Shetland Adaları'ndaki Kar Adası'ndaki Karposh Noktası, Antarktika’da da adını Karposh’a istinaden verilmiş...
İnsan, bunları görüp - öğrenince ‘biz tarihimizdeki gerçek kahramanlara bu kadar sahip çıkıyor muyuz, hatta isimlerini hangi akla hizmet kamusal alanlardan siliyoruz’ diye düşünmeden edemiyor...
Gelecek Bölüm: Vardar Ovası ve Maya Dağ